REKLAMI GEÇ

Fatih Tosun, Avrupa ironman yarışını tamamladı

Fatih Tosun, Avrupa ironman yarışını tamamladı

Denizlili 58 yaşındaki genel cerrah Fatih Tosun pek çokları için ölümcül olabilecek bir parkuru 14,5 saatte tamamlayarak ünvanları arasına Avrupa şampiyonluğunu da ekledi.

Haber Merkezi / DENİZLİSPORHABER / 12 Temmuz 2018 Perşembe, 16:12

Denizli’nin ilk ironmani Fatih Tosun kariyerine bu kez Avrupa şampiyonluğu ekledi. Denizli Özel Sağlık Hastanesi genel cerrahı 58 yaşındaki Tosun, büyük dayanıklılık isteyen ironman yarışlarının Frankfurt ayağında sahne aldı. Daha önce Türkiye’de gerçekleştirilen etkinliklerde boy gösteren ve parkuru tamamlayarak büyük bir başarıya imza atan Tosun bu kez iki kat zorlayıcı mesafeye sahip yarışlarda boy gösterdi. Almanya’nın Frankfurt kentinde yapılan European Championship’e katılan sporcu yüzme, bisiklet ve koşu gerektiren parkuru durmaksızın 14 saat 30 dakikada tamamladı.

İŞTE O PARKUR
Tosun’un yarışı 4 kilometrelik yüzüş gerektiren göl kenarında başladı. Bu parkurdan başarı ile çıkan genel cerrah daha sonra toplamda 185 kilometrelik bisiklet sürüşü gerçekleştirdi. Göl bölgesinden kent merkezine 14 kilometre bisiklet süren Tosun daha sonra ciddi iniş ve çıkışlar içeren 85 kilometrelik iki şehir turu yaptı. Sürüşün sona ermesinden sonra bu kez koşu başladı. Nehir çevresinde 10,6 kilometrelik parkurda dört tur atan ve toplamda 42 kilometreden fazla koşan Fatih Tosun 14 saat 32 dakikalık derecesi ile yarışı tamamladı. Toplam 2500’ün üzerinde sporcunun katıldığı bu dayanıklılık yarışında yaklaşık 300 sporcu parkurları tamamlayamadan yarışı terk etti.

DUYGULARINI SOSYAL MEDYADA PAYLAŞTI
Denizlili genel cerrah Tosun yarış sonunda duygularını sosyal medya hesabından takipçileri ile paylaştı. ” Hangi akıllı insan 14,5 saat nefes nefese kalmayı göze alıp bu işe kalkışır ki…” diye söze başlayan Tosun yarış serüvenini ve verdiği mücadelenin zorluğunu anlattığı bir yazı yayınladı.

İŞTE TOSUN’UN O YAZISI:
Alaca karanlıkta wetsuit kuşan, buz gibi kumlarda 1 saat sıra bekle, ayakların donsun, sıra gelsin sonunda, başla koşmaya suya doğru, dondurucu suda 4.000 m yüz. Yüz demesi kolay… Daha 250 metre olmadan vazgeç, ama kendine söz geçirmeye çalış, “sakin ol bu nefes darlığı geçecek, defalarca 4-5 km yüzdün sen, yapabilirsin” diye.
Ama geçmiyor. Bu su tuzlu değil, seni taşımıyor, havuz gibi kenarı köşesi yok. Sık sık birileri beni tekme tokat geçiyor. Kim bilir ayaklarım kimin kafasına çarptı, özür dileyecek zaman yok.
Derken gözlüğüme bir darbe. Allah’tan su girmiyor ama gözümü pompa gibi çekmeye başlıyor. Düzeltecek zaman yok.
Nefesim düzelmiyor, çevremdekilere uyum göstermeye çalıştıkça yavaşlayamıyorum, sürekli boğulma hissindeyim. Daha 750 metreyi yeni dönüyoruz. Mümkün değil, bu yarış bitmez. Çevremdekiler çok enerjik görünüyorlar. Ben artık tükendim gibi. En iyisi yavaşça geri dönüşü tamamlamak, kısa kara geçişinin ardından başlayacak, gölün diğer kısmına giden, ikinci bölümdeki 2300 metrelik bölüme hiç başlamamak.

Yol boyu turistler için hazırlanmış yüzme platformları var. Birine çıksam mı ki… Neyse bu geçti, bir sonrakine artık.
Aklıma geçmiş zamanlarımı getirmeye çalışıyorum. Dikkatimi dağıtmam gerek. Yazlıkta 4 sene önceki yaz, kızımın bisikleti çalınmıştı. Ben de sonbaharda ucuzladı diye 2 yeni bisiklet almıştım. Oysa daha binmeyi bile tam bilmiyordum.
Ya ne zaman karaya çıktık. Burda bırakmam gerek. Çıkacak boşluk nerde?.. Yok! Çıkmaya yer hazırlamamışlar. Aman Tanrım. Suya doğru koşuyorum yine. Girdim. Atladım. Yüzmeye başladın yine salak. Bu sefer kesin boğulacaksın.
Nefes nefeseyim. Niye bu kadar çabuk yoruldum. Yoksa bu yorgunluk değil mi. Kolum güçlü görünüyor. Hadi sakin ol. Suyu yakalamaya çalış. Dirsekten kürek çeker gibi. Etkili ama sakin. Nefesim sanki yavaşladı.

Bu triatlon denen illetin bariyeri yüzmek. Aslında en uzun süren kısmı bisiklet, burada mekanik yeteneğiniz, sabrınız öne çıkıyor. En zoru tabii ki koşu. Özellikle yorgunken. Burada gücünüzü konuşturuyorsunuz.
Ama bunları yapan çok kişi var. Ah şu yüzme. Doğal olmayan bir ortamda, teknik geliştirmeniz gerekiyor, kaba kuvvet işe yaramıyor. Nice güçlü kuvvetli yiğidi daha baştan yarış dışı ediyor.
Bu yaştan sonra bende teknik ne gezer. Tek derdim kendimi oyalamak ve bitmesini beklemek. Üçgenin ilk kenarı bitti ama galiba ben de bittim. Yaklaşık 1500 metre daha var ve hiç halim kalmadı.

İlk günleri hatırla. Sakin ol. Hani bisikletle bakkala gitmiştin yokuş aşağı. Sonra da 500 metre yolu gelememiş, orada yarı fiyatına satışa çıkarmıştın. İyi ki alan çıkmamıştı. İnatla uğraşmış, sonunda önce bakkala, sonra 3 km ötedeki fırına, sonra da 7 km ötedeki işyerine bisikletle gidip gelmeye başlamıştın.
Aman Tanrım. Güneş doğrudan gözüme girmeye başladı. Son dönemece gelmişiz ama bitiş takı görünmüyor. Şu kano sağıma çok yaklaştığına göre biraz sola kaymalıyım.
Niye bu kadar yalnızım. Herkes bitirdi gitti mi. Ters tarafa mı döndüm. Ne demeye bela ettin başına bu işi… Ne tarafa gideceğim şimdi. Yüz bakalım hele. Tamam ilerde bir turuncu duba var. En azından doğru yöndeyim.
Korkudan yine nefesim daraldı. Bu wetsuit çok mu dar acaba. Daha  iki ay önce kullandın çok iyiydi. Nefesini boşver, başka şeyler düşün.

Bisikletçi arkadaşım Didem, Pamukkale Bisiklet Derneğine çağırmıştı beni. Daha ilk buluşmamızda, şehir bisikleti ile olmaz, dağ bisikleti gerekir diye beni tura almamışlardı. Dağ bisikleti de neydi ki. Bisikletin de çeşitleri mi vardı.
Komşum Levent Tuncay hocamın bisikleti ile ilk turuma katılmıştım ertesi hafta. O kadar güzeldi ki iner inmez, aynı gün gidip kendime bir mtb almıştım.
Çok ta zor almıştım. Accell bisikletin sahibi, “Buna verdiğin paraya yazık, gel şu ucuz modeli al, 2 aya kalmaz bıkarsın yazık olur” diye bir türlü satmak istememişti. Oysa bisiklet aşkı yüreğime işlemişti, sadece ben duygularını belli edemeyen biriydim.
Bu dubadan sonra da bitmedi. Hala bitiş görünmüyor. İlla öldürecekler mi bizi. Akşam oldu hala sudan çıkamadım. Şu kanoya bir tutunsam da dinlensem mi ki… Yasak değil ama kendime de yediremiyorum. Sakin ol, bir turuncu daha git, bitmezse söz tutunacaksın.
Grupla yaptığımız turlar 2015 Mart başında, daha ben 2 aylık MTB ci iken aniden kesildi. Herkes koşu çalışmaya başlamıştı. Hayırdır dedim. Runatolia maratonuna gidiyoruz dediler. Anlamadım. Ne yapacaksınız ki orada. 10 km koşuya katılacaklarmış.

10 km mi?… Manyak mısınız sizler. İnsan 10 km nasıl koşar. Arabada yer var sen de gelsene. Hele bir düşüneyim deyip atlattım. İçime de dert oldu. Bütün hepsi 10 km koşuyorlar.  Vay beee… İnsan üstü bir şey bu. Ben yürüyemem bile o kadar. Şimdi çalışmaya başlarsam ben de belki seneye onlarla gider koşarım. Gerçi bu sabah 1 km bile yapamadım ama biraz çalışalım önce.
Hayır bu turuncu da sonuncu değil ama bitiş takı görünüyor. Hoparlörlerin sesi geliyor. Milletin gözünün önünde dubaya falan tutunamam artık. Kollarım koptu ama devam.
Evin çevresinde koşu çalışmak kolay ama dizlerim çok ağrıyor. Galiba bir şeyler yanlış. İnternet aramaları. Koşu hakkında birçok bilgi. En çok “ritim blog” isimli Mert Derman’ın yazıları bana hitap ediyor.
Biraz öğrenince artık koşu ayakkabısı aldım, Arnavut kaldırımı yollarda koşmuyorum. Denizli’de koşu pisti varmış iyi mi. Gerçi gelenlerin tamamına yakını, yürüyüş yapan ev kadınları.
Zaten koşu antrenmanından gelince de herkes bana yürüyüşten mi diye soruyor. Ülkemizde spor denince akla gelen bu. Bir de üstüne ekmeği kepeklisinden yerse çok şaşırıyor niye fit olamadım diye.
Şükür yüzme bitti. Bir yandan wetsuiti çıkar, bir yandan koş. Değişim alanı çok büyük. Çantamla bisikletin arası birkaçyüz metre, bir o kadar da bisiklete binme çizgisine var. Hadi acele et. Çorap giymeden önce kumları temizle, bir jel al, saatine basmayı unutma, kaskın takılmadan yerinden kalkma. Gerisi bisiklette. Hadi artık, sudan çıktın, dünyaya döndün. Bisiklet biter bir şekilde.
Keşke geçen sene yapsaydım. Bu sene bir yol çalışması nedeniyle parkur değişti, 5 km uzadı ve 300 metre kadar rakım fazlalaştı.
Boş ver, ilk 20 km düz, kollarını dinlendir. Lastiklere bakmadım. Patlak mı acaba. Niye bu kadar yalpalıyor.
İyi de ben defalarca lastik patlattım. Biliyorum böyle olmadığını. Niye düz gidemiyorum. Kulağımdaki suları da çıkarmadım, dengemi sağlayamıyorum. Başım dönüyor. Bir bariyere gelsek de sarssam bir kendimi. Rüzgar da yok ama aerobara yatamıyorum. Bırak kalsın. Düşüp sakatlanmaktan iyidir.
Ana yola çıktık, yokuş aşağı biraz hızlandık. 10 km kadar oldu, ancak hız yapabilmeye başladım. Artık başım dönmüyor. Buna da şükür. Sen sürekli pedal çevir. Bırak ne kadar yol kaldığını.
175 kalmış.
Bırak ne kadar kaldığını. Hatırlıyor musun kendi kendine koşabildiğin kadar koşarken Çetin hoca seni görmüştü. Aerobik kapasiteyi ve esnekliği öğretmişti. Temmuz ayında masterlar pist yarışında 10 km koşuya katılıp sonuncu olmuştum 56 dakikada.

Aslında baştaki amacım, 1 saatin altında koşup bisikletçi arkadaşlarımı şaşırtmaktı. Yine de devam ettim. Galiba koşu bağımlılık yapan bir spor. 2015 Kasım ayında Bahri, Çakır ve ben 3 kişi Gelibolu Turkcell Run4Peace yarı maratonuna katıldık.
1 saat 56 dakika. Beklediğimden iyi. 55 yaşına kadar yürüyüş bile yapmamış göbekli birsi için iyi. Gerçi 15 kilo kadar verdim, pek şişman sayılmam artık. Aha şimdi de sigarayı bırakıyorum. Bakalım ne olacak.
Araziye çıktıkça yan rüzgarlar arttı. Benim 55 profil jantları daha önce bir kez deneyebilmiştim, o da rüzgarsız bir havada. Hani az daha esse, beni bisikletle beraber kaldırıp tarlaya atacak. Yavaşlamazsam düşmek üzereyim.
Şansa bak ki bu rüzgar yandan esmediğinde karşıdan esiyor. Ne yokuş çıktık ya.
Derken bir sarsıntı aklımı başımdan aldı. Ulan kaç kere okudun, kaç kere hayalinde canlandırdın, yine de şu taş yola yakalandın.
Bu yarışın bir karakteristiği olarak 800 metre kadar, düzensiz taşlı bir köy yoluna sokuyorlar, çocuklar çevrede düşen elektronik aletleri ve sulukları topluyorlar. İsmi bile var böyle alanların. Az önceki yokuşa “Beast” demişler, hayvan yani. Anlaması zor değil. Şimdi geçtiğim bozuk yolun adı “The Hell” yani cehennem.
Turun sonunda Bad Vilbel’daki yokuşa ise “Heart Break Hill” demişler. Kalp kıran yokuş. Niyeki?..
Neyse o zaman düşünürüz onu da.
Rüzgar sürekli tersten esiyor. Ortalamam çok düştü. Aman zorlama. Bunu bir maraton yarışı olarak düşün. Uzakta, başka bir şehirde. Mesela, İzmirde. Arabam bozulmuş, maratona katılmak için bisikletle yola çıkmışım. Amaç sadece maraton yapılacak yere yetişmek. Sakın gücünü tüketme. Boş ver, bisikleti sür sen.
140 km var daha.
Boş ver bunlara, bisikleti sür sen.
Derken 2016 Mart ayı geldi. Hani 10 km koşacaktın. Direk maratona yazıldın benim akıllı oğlum. Sonra da kaçamayım diye ortalığı velveleye verdin.
Maraton koşacam da maraton koşacam. Facebookta yazılar, AKUT’a bağış kampanyası… Marifet ya.
Koşma o kadar korkuyorsan. Zorlayan mı var.
Ya işte o biraz karışık. Ben hayatımda hiç bu kadar ileri doğru zorla itilmemiştim. Beni zorlayanın koşu sevgisi olduğunu anlamam aylar sürdü. Yoksa, bir maraton koşup bırakacaktım. Koşu bağımlısı oldum.

U dönüşü yaptık ve rüzgar arkaya geçti. Şimdi yedim seni parkur. Yat aerobara, az bir enerjiyle 40’lı hızları gör. Hep böyle olsa kolay bu iş ama o zamanda zorlaştıracak bir şey uydururlardı.
Bisiklete paraşüt falan mı takarlardı acaba.
Neyse… İlk maraton koşuldu 4.5 saat civarında. Allahtan Aysun yanımdaydı. Çöktüm kaldım. Su bile içemiyorum. Sürekli bulantı. Tövbe ediyorum bir yandan.
Ertesi gün Facebook’ta yayınlamak güzeldi ama çok hoşuma gitmişti. Ta ki birisi garip bir soru sorana kadar. “Ne zaman triatlon yapacaksın” Triatlonu görmüştüm televizyonda ama bana çok uzak gelmişti. Biraz daha araştırdım. Sprint, olimpik, yarı ironman mesafelerini öğrendim. Ironman 70.3 yapmayı gözüme kestirdim.
Ancak uzaklarda, çok uzaklarda bir alevin ışıltısı düştü yüreğime. Frankfurt Ironman Avrupa Şampiyonası. Hawaii’den sonra Dünyanın en önemli Ironman yarışı.
3800 m yüzme, 180 km bisiklet ve 42 km koşu.
Ya daha iki gün önce maratondan ölün çıktı. Nerede sende ona katılacak güç kuvvet.  Ama aşkı, tutkusu, özlemi, arzusu her şeyiyle içime düştü.
Sormuşlar topal karıncaya nereye diye, hacca gidiyorum demiş. Gülmüşler, varamazsın ki diye. Olsun demiş. Bu yolda ölürüm.
İşte o yoldasın. Keyfini çıkar.
Çıkarayım da niye kalabalıklaştı burası. Yol boyu çocuklar el uzatıyorlar. Aha yokuş başladı.
İşte ünlü Heart Break Hill. Vitesi küçülteceğim de sona dayanmış zaten. Yorulmamanın imkanı yok. İnsanlar sporcuları gaza getiriyorlar sürekli, orkestralar, kornalar, ziller, düdükler falan.
Her şey çok güzel ama yokuş bir türlü bitmiyor.
Bitsin artık diyorum, bir kavşağa varıyoruz, şükür diyorum içinden, tam zamanında bitti, ama o da ne, geniş bir viraj, bir bu kadar daha var.
Gerçekten kalbim kırılıyor. Koca ülkede başka yol yok muydu yahu.
Yokuş sonrası bacaklar iyice yanıyor ama 5-6 km iniş var, sonra ikinci tur. 90 km kadar kaldı. Bitti sayılır.
Yolu biraz biliyorum artık. Rüzgar karşıma geçiyor yine dert etmiyorum. Sonra hesaplaşırız senle diyorum rüzgara. Yol boyu insanlar çılgınca alkışlıyor. Her türlü aletten her türlü sesleri çıkarıyorlar. Ellerimi kaldırıp selam veriyorum hepsine. Yokuşlarda bardakla su dağıtanlar oluyor. Mataramda su var hep ama almadan geçmiyorum. Yol boyu 15-20 km de bir istasyon var. Azalan mataranızı fırlatıyorsunuz, size yenisini veriyorlar.
Sele arkasında yarım dolu küçük bir matara var mecbur kalmadıkça dokunmuyorum, yedekte tutuyorum. Önde bir su, bir elektrolit suluğu var, biteni değiştiriyorum.
İstasyonların birinde jel, öbüründe muz alıyorum. Hazırladığım ve kadro üstü çantaya koduğum 18 adet jöleyi 10 km bir ağzıma atıyorum. Yine de enerji açlığı geçmiyor.
Sonuçta sabahın 5’inde az bir kahvaltı yaptın, gerisi ıvır zıvır. Saat 1 olmuş, kan ter içinde rüzgara karşı pedal çeviriyorum.
Bu sefer cehennemi yavaş geçtim. Hayvanda da temkinli davrandım. Yavaşladım belki ama yorulmadım. Az sonra rüzgarı arkama alıcam, hızı düzeltirim.
Bildiğim yollarda düşüncelere dalıyorum. Yine de gözüm saatte. Boş ver saati. Bakma hiç. Baktım yine de 50 km var.
Eh benim için pek yol sayılmaz ama seleye oturmak zor gelmeye başladı. Sık sık ayağa kalkmam gerekiyor, hızım kesiliyor. Boş ver yine de. Bütün yollar bir şekilde biter.
Triatlonu öğrenip te Frankfurt Ironman yarışı bende tutku halini alınca ilk işim Bahri’yi kendime uydurup bir bisiklet daha almak oldu. Bir yandan da sitenin havuzunda kendi kendime yüzme çalışmalarına başladım. Pek faydası olmadığının henüz farkında değildim. Bu arada… Bisiklet almaya nereye gittim dersiniz. Frankfurt’a geldim tabi.
Hem kendime, hem Bahri’ye birer tane yol bisikleti aldım, sevgili komşum Mehmet Sorkun’un yardımları ile eve getirdim. Şehir ve dağ bisikletlerine biniyordum ama yol bisikleti bunlara hiç benzemiyordu. 2 ay içinde yeniden binmeyi öğrendim. İlk zamanlar saatte 20 km bile hıza çıkamıyordum. Zamanla alıştım. İlk triatlonum, 2016 Eylül’de , darbe girişimi sırasında ertelenen Eğirdir sprint yarışıydı. 750 metrelik yüzmeyi 900 metrede tamamlayabilmiş, kilitsiz pedallarla madara olmuştum. Bir ay kadar sonra, Kuşadası’nda olimpik mesafe triatlona katıldım. Denizde yüzmek biraz daha kolaydı. Ayrıca bu sefer kilitli pedal kullanıyordum, ancak bisiklette 8 yerine 9 tur atıp 45 km yaparak her zamanki yeteneğimi gösterdim(!)
Dalmışım düşüncelere ama U dönüşünü yaptık. E hani rüzgar arkada değil hala. Daha mı sonraydı bu. Yanlış mı hatırlıyorum. İnsafsız yandan fırtına kopartıyor. Uçacam nerdeyse. Yön değiştirmiş iyi mi. Artık hızı düzeltmenin imkanı yok. Koşuda zorlanacağız biraz.
Bir sprint bir olimpikten sonra sıra yarı ironman yarışına geldi. Yine yazılar, gürültüler, Gloria Ironman 70.3’e katıldım. 1900 m yüzme, 90 km bisiklet ve 21 km koşu yaptım.
Bittiğinde artık dünya görüşüm değişmişti. Frankfurta elveda dedim içimden. Tüm gücümü kullanmış, 6.5 saatte bitirebilmiştim. 15 saatlik sınırı aşmadan bir bu kadar daha yapmam mümkün değildi. Aslında 5 km daha koşmam bile mümkün değildi.
Kalan süre içinde bir kez daha Antalya, ayrıca Gelibolu ve Kıbrısta yarı ironman yaptım. Gel gör ki artık bunlarla avunamayacak durumdaydım.
Her bir yarışım, bir öncekinden daha kötü dereceyle bitmişti. Yine de yaşım iyice geçmeden, pek te yetenekli olmadığım bu etkinlikte şansımı bir kez olsun denemek istiyordum.
Kafamda düşünceler uçuşurken yeniden heart break hill yokuşuna vardık. Kalabalık azalmıştı. Yarışın sonlarına gelmiştik. Ben de zaten en sonlardaydım.
Hiç önemli değil dedim kendime. Sadece süresi içinde bitirmeye odaklan, hızlanmak için enerjini riske atma. Daha dile kolay, koca bir maraton koşacaksın.
Yavaşça çıktığım yokuş beni hafif meyille şehire kadar getirdi. Bir yandan popomu rahatlatmak, bir yandan bacaklarımı gerdirmek için çoğunu ayakta geldim.
Karşımda iki ok var. Az önce “2. tur” yazandan dönmüştüm. Bu sefer gururla “değişim alanı” yazana yanaştım. İki yaşlı ve güler yüzlü hanım ellerindeki bayrakları salladılar, değişim çizgisine dikkat çektiler.
Bisiklet üzerinde o çizgiyi aşarsanız koşuya devam edemiyorsunuz. Ben 2-3 metre kadar uzakta durdum. Güldüler. “Frankfurta hoşgeldiniz, keyif almaya devam edin” dedi soldaki. “Edeceğim” (I will) dedim gülerek.
Az sonra düşündüm. Keyif alıyor muydum gerçekten. Bu kadar hasretiyle yandığın yerdesin. Bitmezse bitmez. Ama sen keyif alıyor musun?..
Birden rahatladım.
Artık suda boğulma, bisikletten düşme derdi kalmamıştı. Koşu triatlonun en sevdiğim kısmıydı. Daha önce 5 kez maraton koşmuştum ve son yaptıklarımda 3 saat 50 dak. da bitirebiliyordum. Önümde 6 saat vardı, gücümü çok idareli kullanmıştım ve halen pek yorulmamıştım.

Bitecek miydi ki.
Hele başlayalım bakarız dedim. Saate bastım. Koşu ayakkabısını giydim. Yeniden güneş kremi sürdüm. Kep, gözlük, bileğe havlu ve en sonunda, sırtıma dönük duran yarış kemerimi öne çevirdim.
İçine bisiklet ayakkabısı ve kaskı koyduğum çantayı diğer çantaların üstüne fırlattım. Çadırdan çıktım. Spiker hala baştaki heyecanını koruyordu. “Türkiyeden Fatih şimdi maratona başlıyor” diye bangır bangır bağırdı.
Yarışın artık sonlarında, sonuncu olması muhtemel birini niye bu kadar alkışladılar bilmiyorum. Ama o neden neyse, birincinin Almanya’dan çıkmasının nedeni de o.
İşte koşu başladı. Matematik hesaplara güven. Sadece 15 saatte bitirmeye odaklan.
Hızlı gidiyorum. Böyle gidersem 25. km de duvara çarparım, yani enerji biter, yakıtım kalmaz, yenisini de alamam ve çöker kalırım. Bu kadar geldikten sonra yarım kalmasın. Az yavaş.
Yavaşladım. Ya da bana öyle geliyor. Saat hala aynı hızı gösteriyor. 12 ye 1 kala düşüp bayılacak mısın. Yavaş…
Neyse. Biraz daha iyi böyle. Duruyor gibiyim ama aldırma. 7 ile 7:30 arası pace çok iyi. 8’e kadar sorun olmaz. Hatta 8:15 te olsa, yani her km yi 8 dak 15 saniyede bitirsem, 42 km lik yolun tamamı, 6 saat tutmuyor. Sadece bitirmeye odaklan. Dereceni başka yarışlarda düşün. Şimdi tek derdin bitirmek olsun.
Nasıl da aylar öncesinden kaydımı yaptırmış, kendimi mecbur bırakmıştım. Sonra da 6 aylık eğitime girmiştim.
İlk 3 aylık eğitim çok zevkliydi. Güle eğlene başlıyor ve bitiyordu. Sonraki 3 ay zorlaştı. Bisiklet ve koşular çok uzun olmaya başladı. Özellikle bu dönemin kış mevsimine gelmesi çok sorun yarattı. Buz gibi havada dağ koşuları ve en büyük kabusumuz, saatler süren evde trainer üzerinde bisiklet çalışmaları.
Havalar ısınınca düze indim ama güneş yanıklarını yağmur altında 80 – 100 km’ler izledi.Nerdeyim ben. Aha ilk halkayı taktım koluma. Kaldı 3 halka. Hala iyiyim. İnanamıyorum. Dayanıyorum ve kendime şaşıyorum. Hala 5 saate yakın zaman var. Olacak galiba. Aman yavaş. Az ötede bir yerlerde duvar var. Sakın çarpma. Nice güçlü kuvvetli yiğitler, hiç beklemedikleri yerlerde duvara giydirdiler. Maraton aslında 7 km dir. Son 7 km. Öncesi sadece son 7 km ye ulaşmak için koşulur. O yüzden şimdiki haline hiç güvenme. 35’ten sonrasını düşün. Hala yavaşlamakta zorluk çekiyorum. Saate bakmasam nefes nefese kalırım. İstasyonlarda yürümek gerekir. Yoksa içtiğin suyun hayrı olmuyor. Her saat başı bir tuz tableti alıyorum suyla. Her yarım saatte bir jel sıkıyorum ağzıma. Sakın muzlara dokunma artık, onlar tuzak. Portakalın suyunu em, gerisini at. Bundan sonra jelin tadı o kadar, o kadar kötü geliyor ki, sırf bu yüzden yarış bırakılabilir.

Ne yapıyor bu kız öyle elinde lastik tokayla?.. Amanın, yaşasın. 20 km olmuş. 3 hafta önce, yine böyle bir sıcakta 130 km bisiklet üstü 15 km koşu çalışması yapmıştım, 10 km den sonra tamamen tükenmiş, yürüyerek bitirmiştim. Kendimi tartıyorum. İnanamıyorum. Nerdeyse hiç yorulmamış gibiyim. Biraz hızlansam mı acaba? 20 km yolum kaldı, 3,5 saate yakın zamanım var. Yavaş ol. Sadece bitirme anını düşün, riske girme.

Köprüdeki yokuşları herkes yürüyerek çıkıyor, ben de öyle yapmaya başladım. Yokuş aşağı şimdi ama yine de koşamıyorum. Duvar mı acaba. Derin nefes alıp veriyorum. Yok. Değil hala. 25 geçti bile, gayet iyiyim.

Tekrar geri döndük. Güneş alçalmış, sıcaklığı azalmış ama artık ağaçların gölgesi de yana gitti. Terlemeye başlıyorum. Yürü koşlarla 30’a geldim. 3. toka da bende. Sadece daha hızlı koşmayı kısa bir süre denemek istiyorum, kaslarım artık beni dinlemiyor. Pazarlıklar ediyorum bacaklarımla. Havaya dikeceğim, masaj yaptıracağım, kompresyon çorabı giyeceğim, buzlu suya sokacağım. Az daha idare edin.
İşe yarıyor. Daha iyiyim. Galiba 35 burası, son dönüşü yaptım. Benden sonraya kalan var mı ki?…
Son turumu attığıma göre, karşıdan gelen bu yüzlerce kişi, ki çoğu benden oldukça genç, benden sonraya mı kaldılar.
Fark etmez. Hepsi geçsinler beni, umurumda değil. Son 5 km ve hala 75 dakikam var. Bırak yürümeyi, sürünsem biter.
Moralim düzeliyor birden. Yeniden hızlanıyorum. Birden aklıma duvar geliyor. Boşuna dememişlerdir herhalde, maraton son 7 km dir diye. Yavaşlıyorum korkuyla.
Son halka geçiyor koluma. Sadece köprüyü geç, finiş alanı orada. Son iki km. Duvar korkusundan o kadar temkinli davranmışım ki, hala bayağı bir enerjim var.
“Hadi” diyorum kendime “Sabahtan beri tembellik yapıyorsun, koş biraz da”
Koşarak geçiyorum köprüyü, tüneli, bu sefer finiş okuna yöneliyorum.
Birden bire ortam değişiyor. Hala coşkulu bir kalabalık var. Her yandan eller uzanıyor, anlamıyorum, bu kadar kötü bir derecenin nesi heyecanlandırıyor bunları. Bir anlasam, zaten neden birinciler onlardan çıkıyor çözeceğim şifreyi.
Karşımda hep o büyük hayal. Tim Burton filmindeki “Big Fish”. Eski öğretilerdeki “Nirvana”. İspanyol kaşiflerin “El Dorado’su”. Great Gatsby romanındaki “Mavi Işık”. Masallarımızdaki “Kaf Dağı”

İşte o ekranda ismim var. Mehmet Sorkun arkadaşım karşılıyor beni. Sürpriz oldu. Bu gezide öylesine şanslıydım ki, ilk 3 gün, kardeşim Yaşar Horata her türlü, irili ufaklı ayrıntıyla ilgilendi, her sorunumu çözdü. İşte şimdi onun tatil nedeniyle bıraktığı gün bir sürpriz, komşum Mehmet Sorkun hızır gibi yetişti. Sarıldık, resimleri çekti. Eşim Aysun’un verdiği her türlü görevi yapmak için hazır. Ancak görevliler içeri almıyorlar, dışarıda bekliyor.

Genç bir kızımız boynuma madalya takıyor, aptal aptal bakıyorum. Yaşıtım bir hanım geliyor yanıma, kolumdan tutup beni oturtuyor.
Yorgun gibi değilim. Sanki oturmak daha rahatsız edici. Kalkmak istiyorum, kalktığımı sanıyorum, hiç hareket yok.
Duvar!..
Geç kaldın duvarcım. Bitirdim artık. Geçmiş olsun. Gülmeye başlıyorum. Yaşlı hanım korkuyor. Kolumdan tutuyor, dinlenme alanına sürüklüyor. Karşıma Yüz-Bin-Koş’tan Özgür kaptan çıkıyor. Beni devralıyor. Sakinliyorum bu arada. Karnıma ağrılar, sancılar, batmalar giriyor. Bakıyorum elbiseme, her şey alabildiğine sırılsıklam. Beyaz çantalar orada. Sabahki giysilerim içinde. Üstümü değiştiriyorum ama duş alacak halim yok.
Arkaya geçiyorum, bir şeyler yemeye çalışıyorum. Olmuyor.
Uzun bir yürüyüşle bisiklet alanı girişine varıyorum. Çantalarımı alıyorum. Bisikletimi buluyorum, çipi geri verip çıkış yapıyorum.
Otel uzakta yürürsem 1 saat sürer. Atlıyorum bisiklete, sırtımda yaklaşık 10 kilo yükle, 10 dakikada oteldeyim. Eşyalarımı odaya yerleştiriyorum.
Mehmetle buluşup açık bir Türk restoranı buluyoruz. Aklım hep yemekte ama şu anda mümkün değil. Paket yaptırıp yanıma alıyorum.
Uyumak başka bir dert. Kan akımı yavaşça iç organlara çekiliyor. Şiddetli üşümemden anlıyorum. Yemek için bir iki saat daha gerek.
Kat kat örtünüp tir tir titreyerek uyuyakalıyorum.
2 saat sonra ter içinde uyanıyorum. İşte bu kadar. Başlıyorum ne bulursam yemeye. Sonra yine uyku, yine uyanıp yemek. Öğleyi buluyor. Sonra ayaktayım. Ne bir ağrı, ne bir şişen ayak, morarmış tırnak, su toplamış taban, yanmış cilt. Sanki hiç yarışmamış gibiyim. Olabilir mi, rüya mıydı diye şüpheleniyorum. Açıp telefonu Ironman uygulamasına giriyorum. Yok ya, şükür, bitirmişim işte. İnan artık. Şehirde ava çıkıyorum sonra. Aylardır yiyemediğim dönerler, sosisler, baklavalar beni bekliyor.
Bir sonrakine kadar bir kaç gün serbestim. Kıymetini bil, ama şımarma. Sen artık bir Ironman’sin…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı..
 

Belediye Başkanı

Osman ZOLAN

Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı

Genel Sekreter

Mustafa ÜNAL

Denizli Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter

Büyükşehir Rehber

Adres Denizli Büyükşehir Belediyesi, Altıntop Mah. Lise Cad. No:2 PK:20100
Tel: +90 (258) 280 20 20
Tel: +90 (258) 265 21 37
Sms: +90 (258) 265 21 37
Fax: +90 (258) 280 29 99
Mail: denizli@denizli.bel.tr

http://denizli.bel.tr/

/denizlibuyuksehirbld

Büyükşehir İlçe İrtibat

ACIPAYAM - 0541-612 33 38

SERİNHİSAR - 0541-672 70 64

KALE VE BEYAĞAÇ - 0541-612 33 44

TAVAS - 0549-541 23 30

SARAYKÖY VE BABADAĞ - 0533-667 39 41

BULDAN - 0541-672 70 16

ÇİVRİL VE BAKLAN - 0533-733 25 73 0549-744 58 82

ÇAL VE BEKİLLİ - 0549- 747 33 58

BOZKURT VE ÇARDAK - 0549-541 23 26